15 Aralık 2014 Pazartesi

Yoğurt

 İşten çıktığımda aklımda yoğurt almaktan başka hiçbir şey yoktu. Saatlerce çalışmış ve çok yorulmuştum. Düşünebildiğim tek şey, çok da sık geçmeyen dolmuşuma bir an önce binip eziyetli bir saat yolculuktan sonra yol üstündeki en uygun markette girip büyük boy bir yoğurt almaktı.

 Aslına bakarsanız hazır yoğurttan da pek hoşlanmam, anacığımın yaptığı ev yoğurtları olacak ki tadı tuzu olsun yemeğin. Neyse konumuzun bununla hiçbir alakası yok. Yorgun argın yokuşu inip yol ağzında dolmuşumu beklemeye koyulmuştum. Birçok dolmuş geçiyordu fakat bir türlü benim lanet olası dolmuşum geçmiyordu. Hava çok soğuktu, saat geç olmuştu ve iş yerim çok da tekin olmayan bir semtteydi. Birkaç dakika sonra beni mutlu sona bir adım daha yaklaştıracak dolmuş sonunda gelmişti. İçi tıklım tıklımdı. Zor da olsa kalabalığı yararak kendime durabilecek bir yer ayarlayabilmiştim. Tanımadığım, belki de bir daha hiç görmeyeceğim bir insan topluluğunun arasında ter ve arabesk müziğin karışımından oluşan yoğun havaya almış, ortama hemen ayak uydurmuştum. Yoğurt alacaktım. Dolapta annemin bir kermesten aldığı, bir kaşığa en az kırk adet sığacağı iddia edilen ev yapımı mantı vardı. Son üç saattir o mantıyı yapmayı planlıyordum. Evde mantı yapabilmek için her şey vardı, yoğurt dışında. Yoğurtsuz mantı olmazdı. Yoğurdu da aldığımda bütün parçalar tamamlanacak enfes bir yemek beni bekliyor olacaktı.

 Ten tene ilerlediğimiz bu kısa ama eziyetli yol sanki hiç ilerlemiyor, her kırmızı ışık asırları alıp götürüyordu. Yanımda oturan kız asırlardır telefonda konuşuyor ve asırlardır sevgilisiyle kavga ediyordu. Ben asırlardır yoğurt almak için plan yapıyordum.

 Dolmuşun içindeki hava daha da ağırlaşıyordu, yanımdaki kız sevgilisine daha çok bağırmaya başlıyordu ve Yıldız Tilbe daha içten, daha aşık söylüyordu ''Delikanlım'' diye... Artık midem bulanıyordu. Yoğurt acaba mide bulantısına iyi gelir miydi? Kaç asır kalmıştı artık ineceğim durağa?

 Bilmem kaç asır sonra dolmuştan kendimi can havliyle attığımda soğuk hava biraz kendime getirmişti. Yanan bir ton farın arasından karşıya geçebilirsem eğer en yakın markete yirmi adımım kalacaktı. Karşıya geçtim. Yolun ortasında amaçsızca duran genç adamı fark ettim, beynini okuyabilecekmişim gibi baktım ona. Okuyamadım. Akın akın insan geçen caddede öylece duruyordu. Hayat sanki ona uğramıyordu, etrafından akıp gidiyordu. Ben de durdum ve hayatın biraz yanımdan geçip gitmesine izin verdim. Yorulmuştum. Acaba o neyden yorulmuştu? Bir insan bu saatte caddenin ortasında ne amaçla dururdu? Neden duruyordum?
Bir allahın kulu da neden ''Napıyorsun birader?'' demiyordu. Akıp gidiyordu her şey, o duruyordu, duruyorduk. Benim durmaktan daha mühim işlerim vardı. Yoğurt almak gibi. Daha fazla duramazdım. Duran adamı ardımda bırakıp markete girdim ama adam zihnimde hala duruyordu. Yoğurdumu aldım ve dışarı çıktım. Çıktığımda ortalıkta görünmüyordu. Hayatın akışında savrulmaya sanırım karar vermişti ya da durmaktan daha önemli işleri olduğu aklına gelmişti. Gitmişti.

 Elimde yoğurdum merdivenleri ağır ağır çıktım. Evime girdim ve üstümü değiştirmeden ocağa mantı suyunu koydum. Ahenkle göbek atan suya dakikalarca manasızca baktım. Yoğurdu açtım ve karıştırdım, sosu hazırladım. Saatlerdir kurduğum hayalin verdiği heyecanla soframı kurdum. Amerikan servislerimi, hiçbir zaman  takım olmayan kimbilir kaç yıllık çatal bıçak takımımı üçgen şekilde katladığım peçetelerin üstüne narin bir şekilde koyarak soframı hazırladım. Tabağıma aldığım mantıyı ve özenle yoğurdu üstüne yaydım, sosunu koydum. Nazik bir şekilde üzerine pul biber ve nane serptim. Yıllar önce sevgilimle belki romantik bir gece geçiririz umuduyla bir ton para verip aldığım kadehlerime buz gibi bir su doldurdum. Oturdum. Durdum. Mantıdan bir kaşık aldım. Ve ardından ilk kadehimi yolda duran adama kaldırdım.

 Şerefinize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder