18 Aralık 2020 Cuma

Mor

 Sabah erkenden uyanıp işe gitmek için temiz kıyafetlerimi giydim. Anneannemin kahvaltısını hazırladıktan sonra geç kalmamak için hızla evden çıktım. Bugün ustam Fethi Amca karısını hastaneye götüreceği için dükkânı açma işi bana kalmıştı. Karısı Ruşen Teyze günlerdir hastaydı, yataktan çıkamıyor ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Karısına çok düşkündür Fethi Amca, otuz yıldır evliler ve hiç çocukları olmamış. Sanırım benimle bu kadar ilgilenmesi ondan, bana bazen bir baba gibi davranıyor. Babam hapse girdikten sonra sağ olsunlar benimle hep onlar ilgilendiler.Biraz büyüyüp aklım ermeye başlayınca da okuldan kalan zamanımda bu minik terzi dükkânında çıraklık yapmaya başladım. Dükkâna her geldiğimde Fethi amca o yorgun ama gülen gözleriyle bana uzun uzun bakar sonra elime süpürgeyi tutuştururdu. Temizliğe de düşkündür kendisi. Mikroplara savaş açmıştır, onları düşmanı olarak görür ve her sabah temizlik operasyonuyla güne başlarız.

 Hava baya sıcak ve bunaltıcıydı. Koşar adım dükkâna geldiğim için nefes nefese kalmıştım. Ustamın bana verdiği bir düzine anahtarın içinden tek seferde anahtarı bulup kapıyı açtım. Kapıyı açmamla kapının boncuklarının şıkırtısı daha havadayken güneş ışınlarının arasında ahenkle dans eden tozları görmem bir oldu. Ustam görse çılgına dönerdi. Bu bir meydan okumaydı, nefeslenmek için bile oturmadan hemen süpürgemi ve toz bezimi alıp bir savaşçı gibi göğüs göğüse vuruştum bütün tozlarla. Savaştan galip çıktıktan sonra yorgun bir savaşçı olarak kendimi rengârenk, top top kumaşların içine bıraktım. Sarı, yeşil, kırmızı, çiçekli, çizgili, desenli… Renk renk, boy boy kumaşlar sanki kuş tüyü bir yatak kadar rahattı. Gece pek rahat uyuyamamıştım. Anneannem annemin öldüğü günden beri hiç konuşmazdı ama kimi geceler yılların suskunluğunun bir patlaması olarak uykusunda haykırırdı bütün sustuklarını. Dün gece de bu gecelerden biriydi. Anneannem susmadan konuştu, iki göz evde kaçacak yerim olmadığı için sabaha kadar anneannemin annemle sohbetini dinledim. Karşısındaymış gibi sohbet ediyordu annemle, karanlıkta annemi görmeye çabaladım. Sanki bir siluet hatırlıyorum anneme dair ama çok net değil. Siyah bükle bükle saçları yazmasının yanlarından iki tarafa omuzlarından dökülürdü. Uzun ve ince bir bedeni vardı, elleri sıcak ve minicikti. Bazen hala uyurken saçlarımın arasında hisseder gibi olurum ellerini. Bir de moru çok severdi. Kendi diktiği, mor üzerine büyük fuşya çiçekleri olan pazen kumaştan bir elbisesi vardı. Bu kumaştan sandıkta iki metre kadar bulduktan sonra, kendime elbise dikmek için Fethi Usta’dan öğrendiğim kadarıyla kalıbımı çıkardım. Hala dikişte o kadar iyi değilim ama kalıbın harika olduğunu söyledi ustam. Gözlerimi ne zaman kapatsam annem o elbisesiyle belirir gözümün önünde. Onu son gördüğümde üstünde kana bulanmış o mor pazen elbisesi vardı. Aynısını dikmek ve daha mutlu bir yaşam sürmek istiyorum. Annem hakkında hatırladığım en net şey bu elbise. Yüzünün ayrıntılarını hatırlayabilmek için kendimi çok zorluyorum ama annem benim için sadece mor pazen elbiseli bir siluet. Acaba nasıl kokardı annem? Hiç içime çekmiş miydim kokusunu? Hatırlayamıyorum. Annem benim zihnimde hayali bile güzel bir mor menekşedir.

 Anneannem ile annemin konuşmasını düşünürken mor bir düşün içinden uykunun yumuşak kollarına bırakmışım kendimi. Beni uyandıran ses mahallemizin neredeyse hepsinin öğretmenliğini yapmış olan Nejla Teyze’nin kapıya tıklamasıydı. Uykunun kucağından ayrılıp kapıya doğru yöneldiğimde elinde zorla taşıdığı Singer’i gördüm. Koşar adım yardım ettim. Kalıp masasının üstüne koydum. Singer makina en az Nejla Teyze kadar yaşlı görünüyordu. Bana dönüp “Dicle, bu makineyi ustan istedi. Tamir edip sana verecekmiş. Ben bu makineyle ne vatkalı gömlekler ne yırtmaçlı midi etekler diktim. Sıra sende, onla iyi işler çıkaracağınıza inanıyorum.” dedi ve oyalanmadan acelesi varmış gibi “Ustana selam söyle!” diyerek dükkandan çıktı. Uzun süre gidişini izledikten sonra Singer’e baktım. Benim Singerim. Benim yaşlı, yorgun ama muhteşem Singerim. 

 Gün boyu dükkâna pek fazla müşteri gelmedi. İki paça boyu ölçüsü aldım, bir de mahallemizin süslüsü Leyla Abla’nın payetli elbisesini kardeşine teslim ettim. Ustam hala gelmemişti, meraklanmaya başlamıştım ama haber alabileceğim bir cep telefonu kullanmazdı. Gittim geldim Singer’e baktım. Başına oturmak, çıkardığı harika ritmik sese kendimi kaptırmak için can atıyordum. Arızası olduğunu söylemişti Nejla Teyze, acaba nesi var diye kurcalamaya başladım. Her şey yerli yerinde görünüyordu. Koşarak dolaptan mor pazen kumaş kalıplarını ve mor ipi aldım. İğne deliği parıl parıl parlıyordu. Delik biraz küçük gibiydi, ipi güzelce yalayıp tek gözümü kapatarak ipi minik delikten geçirmek için nefesimi tuttum. Ve delikten geçirdim. Kafamı kaldırdığımda ritmik ses Odanın içini doldurmuştu. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Makine kendi kendine çalışıyor, mor pazen elbisem adeta görünmeyen güzel sesli peri kızları tarafından dikiliyordu. Makinenin tıkırtısına, ipek gibi yumuşak sesleriyle bilinmeyen bir dilde eşlik ediyorlardı. Gördüklerime inanamadım, fazla uykusuz kalmış ve yorulmuş olmalıyım diye düşündüm ama beş dakika içinde elbisem hazırdı. Dokundum elbiseye ve havalandı. Görünmeyen güzel sesli periler mor pazen elbiseyi bana giydirdi ve kendi etrafımda üç tur döndürdü. Elbise harika olmuştu. Göz yaşlarıma engel olamıyordum. Gözlerimi ve yanaklarımı sildiler. Mor ip Singer’den havalanmaya başladı. İp yükseldi yükseldi ve iğnenin ucundan tam çıkacakken göz alıcı mor bir ışık yükseldi, delikten kocaman bir hortum oluştu ve beni iğne deliğine doğru çekti.

 Epey bir süre ne olduğunu anlamakta zorluk çektim. Gözlerimi açtığımda mor bir gökyüzü gördüm. Mor-beyaz bulutlu masal gibi bir manzara. Sırt üstü yatıyordum, hareket etmek istedim. Doğrulduğumda şaşkınlığım daha da arttı. Etraf alabildiğine mordu. Mor dağlar, morun her tonunda çiçekler... Fakat bir gariplik vardı bu kadar çiçeğin olmasına rağmen hiç koku yoktu. Ayağa kalkıp biraz etrafta dolandım. Arkam alabildiğine yüksek mor dağlar ve orman, karşım ise göz alabildiğine denizdi. Dalgalar kayalıklara vurup köpürüyor, Singer’in ritmik sesinin verdiği huzura benzer bir his dolduruyordu içimi. Gözüm güzel sesli peri kızlarını aradı. Göremedim. Ormanın içine doğru yürümeye başladım. Güzel ninniye benzer bir müzik geldi kulağıma. Ninniyi takip ettim. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm. Ses yükseliyordu. Sesi bir yerden hatırlayacak gibiydim ama çıkaramıyordum. Daha da yaklaştım sese. Mor çatılı ahşap büyük bir ev vardı ileride. Heyecanlandım. Ses oradan geliyor olmalıydı, biri bana neler olduğunu açıklayabilirdi belki. Yorulmama rağmen adımlarımı hızlandırdım. Kapısı açıktı evin, biraz korkarak kapının aralığından içeri baktım. İnce, uzun bir kadın arkası dönük ninni söylüyordu. Üzerinde mor pazen elbise. Onun kim olduğunu anladığımda kalbimi biri avucunun içinde sıkıyor zannettim. Ağzımdan yarım bir “Anne” çıktı. Annem bana döndü. Yüzü o kadar güzeldi ki sanki kalemle çizilmişti. Bu yüzü nasıl hatırlayamam diye kendime kızdım. Bana doğru koşmaya başladı ve bana kocaman sarıldı. Burnumu mis kokulu boynuna dayadım. Derin derin çektim içime. Fırından yeni çıkmış ekmek gibi kokuyordu annem. Anne kokuyordu. Öylece kalmak istedim sonsuza kadar. O gün ilk kokulu mor menekşe dünya üzerinde açmıştı.