29 Haziran 2013 Cumartesi

Şayet Bir Gün Annenizi Kaybederseniz Yapmanız Gerekenler

  Ben 14 haziran 2013, saat 23.05'de annemi kaybettim.

 Ölüm dediğin şey bazen aniden gelmez, hissettirir soğuk nefesini. Ölüm yavaş yavaş gelir kimilerine, görürsün de konduramazsın hiç en yakınındakine. Annem de ölümün yavaş yavaş geldiği kişilerden oldu. Önce hastalandı, sonra daha çok hastalandı, sonra daha da çok hastalandı...

 Annem daha da çoktan biraz fazla hastalandı ve tam beş gün yoğun bakımda kaldı.

 Peki anneniz yoğun bakımdayken neler yapmalısınız?

1) Sakin olmalısınız. Yirmi üç yaşında olabilirsiniz ya da hayatınız alt üst olmuş olabilir ama sakin olmalısınız. Çünkü etrafınızda sizden daha panik, sizden daha üzgün olduğunu iddia eden, sürekli sesli şekilde ağlayan ve sürekli yüzünüze bakıp anneniz daha ölmeden ''Vay yavrum senin de mezuniyetini göremedi, ne çok isterdi senin mezuniyetini görmeyi...'' şeklinde size moral depolayan bir değil birçok yetişkinle(?) karşılaşabilirsiniz. Sakin olun!

 Anneniz ikinci gün de mi yoğun bakımda? Hala ''iyiye gidiyor'' şeklinde bir haber almadınız mı? O zaman ikinci kuralımız şu:

2) Daha fazla sakin olmalısınız. İlk gün panik halindeki, ağlayıp sızlayan bir de ağlayıp sızladığı yetmezmiş gibi moral dolu konuşmalarıyla neşenize neşe katan yetişkinler(?) hala yanınızda olabilir ve gün geçtikçe daha panik ve daha patavatsız hale gelebilirler. Mesela annenizin yoğun bakımda olduğu ikinci gün sizin yanınızda ''ablamı acaba köye mi yoksa şehir mezarlığına mı gömsek?'' şeklinde mantık dolu tartışmalara şahit olabilirsiniz, doğaldır sakin olun!

 Hay aksi üçüncü gün de mi yoğun bakımda? Hala mı güzel bir haber yok? O zaman hemen üçüncü kuralı uygulayacaksınız:

3) Daha da fazla sakin olmalısınız. Kolay değil tabii siz yirmi üç yaşında kocaman bir insansınız ama  çevrende elli yaşını geçkin ne yapacağını bilemez halde idare edilmeyi bekleyen insanlar olabilir. Siz sakin olmalısınız; siz üzülemezsiniz, üzülmemelisiniz. Neden? Çünkü sizin yerinize o kadar çok üzülen o kadar çok rol çalan insan vardır ki üzülemezsiniz. Belki de sizi sakinleştirip güzel iki kelam edeceğini düşündüğünüz seksen beş yaşındaki anneanneniz sizi yanına çağırıp ''teyzenler ve dayının haberi yok ama sizde pıt pıt pıt...'' şeklinde annemle arasında olan ve şuan konuşulması gereken en son şey olan şeyi kulağına fısıldamış olabilir. Ve siz anneannenizden tiksinmiş olabilirsiniz. Yapabileceğiniz tek şey, sakin olun!

 Dördüncü gün mü oldu? Doktorlar ''ilk üç gün kritik, uyanmazsa uyanma ihtimalı çok düşük, her şeye hazırlıklı olun'' mu dedi? N'apıyoruz dördüncü kurala geçiyoruz:

4) Çok fazla sakin olunuz. Günler ilerledikçe gerçekle karşı karşıya kalmanın korkusu ile gergin olabilirsiniz fakat unutmayın ki çevrenizde sizden daha gergin yetişkinler vardır. Ayrıca yoğun bakımda olan annenizi günde sadece bir kişinin on dakika görebilme izni olduğunu bildiği halde her saat başı içeriye girmeye çalışan yetişkinler olabilir ve hastane yetkilileri ''yettiniz ama be sizle mi uğraşcaz, bundan sonra kimse girmeyecek'' demiş olabilir. Olsun. Bu daha hiç bir şey dercesine anneniz öldüğünde ''pidesini kim yaptıracak? Yedisi ve kırkı hangi evde olacak?'' gibi yine zeka örneği konuşmalara şahit olabilirsiniz. Ama biliyorsunuz ki siz yirmi üç yaşında kocaman biri onlar ise elliyi geçkin idare edilmesi gereken üzgün insanlar, bundan dolayı sakin olun!

 Beşinci gün ve hala iyi olan bir haber yok mu? Burun size beşinci kural:

5) İlk dört günden daha fazla sakin olmalısınız. Gün geçtikçe daha da gerilen sinirler yüzünden çevrenizdeki insanların patavatsızlığı katlanılamayacak kadar çok olabilir. Apar topar başka bir şehirden geldiğiniz için üzerinizde arkadaşınızdan ancak ödünç bulabildiğiniz mor eşofman altı olabilir ve laf edilebilirler, ne bileyim siz sanki hastanede ev sahibiymişsiniz gibi sizden sürekli olarak hizmet bekleyen yetişkinler(?) olabilir, size moral vermeye gelmiş olan genç yaşlardaki kuzenleriniz sizin kafanızı dağıtmaya geldiğinde buna dır dır edenler olabilir. Söylenen hiçbir şeyi duymamaya çalışıp sakinliğinizi korumalısınız. Sakın olun!

 Belki de hastaneden 21.05'de ayrılıp sakin kalmaktan bitap düşmüş bedeninizi dinlerdirmek için evinize gittiğinizde saat tam 22.30'da hastaneden ''kalbi durdu kalp masajı yapıyoruz, acil gelin'' diye telefon alabilir ve gerçekle yüz yüze kalmış olabilirsiniz. Ama ilk beş kural yine geçerlidir. Çünkü hastaneye gittiğinizde, hastanenin olduğu semte daha yakın oturan akrabaların sizden daha önce hastanenin bahçesinde olduğunu ve bu kötü haberi kaç gündür çeşitli patavatsızlıklarına katlandığınız elli yaş üstü yetişkin(?) insanın feryat ve ağıtlarından alabilirsiniz. Ve donarsınız. Siz ağlayamazsınız. Sahneyi ne size ne ablanıza ne de babanıza bırakırlar. Ayılırlar, bayılırlar... Tiksinirsiniz.

 Ama sakin olmanız gereken günler bitmemiştir, yeni başlamıştır o an onu bilmezsiniz. Önce acınızı yaşayamamış olmanın siniriyle baş başa kalırsınız. Her şeye sövmek istersiniz, kaçıp gitmek istersiniz.Yapamazsınız. Çünkü yollar kapalıdır. Çünkü ertesi gün büyük başbakan(?) Tayyip Sincan'a gösteriş yapmaya direnişcilere ''işte biz bu kadar kalabalığız, zor tuttuğum %50'yı saldım meydanlara'' demek için hastanenin önünde yer alan ana caddeyi ve çevresini miting yapmak için trafiğe kapatmıştır. Sabır önemlidir, sabrederseniz. Dolambaçlı yollardan gidersiniz, yirmi üç yıllık annenizi soğuk bir morga bırakıp dönersiniz. Yorgunsunuzdur, üzgünsünüzdür ve uyuyamazsınız  Ertesi gün olur ama olaylar bitmez. Sela okutacak bir imam bulamazsınız. Merkez Cami'ye kadar ulaşılır ama hepsinden ret cevabı alırsınız. Biri tatile gitmiştir, birine ulaşamazsınız, hepsi buhar olmuştur. Belki de imamların mitinge gittiğini düşünüp ülkeden, dinden, sistemden, hayattan soğursunuz. Sela verilmemiş bir anneyi toprağa gömersiniz ama annenizi çok sevdiğini iddia eden akraba ve yakınlar siz cenazeden suratsız olduğunuz için yanınıza yaklaşamadıklarını ve baş sağlığı dileyemediklerini söyleyebilirler ama siz sabırlısınızdır. Anlayamazsınız. Ağlayamazsınız. Ağlayamadığınız için kötü bakışlara maruz kalırsınız, ağlarsınız yanınızda kimseyi bulamazsınız. Olabilir bunlar çok normaldır, sakin olmaya çalışırsınız. Herkes gergin olduğu için saçma sapan şeylerden kavgaların çıktığını, seslerin yükseldiğini duyarsınız. Belki de cenaze dururken üç pidenin iki ayranın derdine düşenleri görürsünüz. Tiksinirsiniz. Annenizin evi yokmuş gibi o üçüncü gün sizi yanına çağırıp çirkin şeyler peşine düşen anneannenizin evinin cenaze evi olduğunu iddia edenler olur, karşı çıkarsınız. Duymazlar. Belki de annenizi toprağın altında bırakıp uzak evinize gittiğinizde yanınızda üç teyzeniz ve dayınız yoktur. Yalnız kalırsınız. Belki teyzelerinizin üç kuruşluk gururlarını biri kırmıştır da sizi o acı günde yalnız bırakmışlardır. Duymazlar, dinlemezler, anlamazlar. Belki yalvar yakar cenazeden 3 gün sonra teyzelerinizi evinize-gerçek cenaze evine- çağırırsınız. Yüzlerinden düşen bin parça oluyor olabilir, olsun eğilir toplarsınız. Cenaze evinde belki de herkes birbirine girer siz evi terk edersiniz. Bir köşeye oturursunuz. Teyzeniz belki de oturduğunuz yerden geçerken size ''yazıklar olsun'' diye bağırır ve kulaklarınızda hep o çınlar hayatınız boyunca... Her şey olabilir, dedikodular duyarsınız, yalanlar... Hiçbirine inanmazsınız, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Yanınızda sadece ablanız ve babanız kalmıştır. Onlara sarılırsınız.

 Artık yalnızsınızdır. Ama siz bilirsiniz ki böyle durumlarda sakın olmak en mantıklısıdır.