24 Ağustos 2012 Cuma


 Çocukluğumdan beri en sevdiğim yerlerden biridir lunapark. İçindeyken kendimi mutlu bir o kadar da huzurlu hissederim. Öyle güzeldir ki sanki bir masaldan kopup dünyaya düşmüş bir parçadır o.  Rengarenk yanıp sönen ışıklar, çocuk cıvıltıları, dönme-dolap, atlıkarınca, korku tüneli, kamikaze, balerin, adrenalin, eğlence, kahkaha, kalabalık ve bu büyüyü bozmaya gücü yetemeyen Serdar Ortaç ve İsmail YK şarkıları içinde resmen kaybolur, yutulur ve parçası olduğu dünyaya fırlatılırım… Orada ışıklardan başım döner sesler kulaklarımda uğuldar kendimi kaybederim.
 İşte benim hayatım da tam bir lunapark gibi; dışarıdan çok renkli, cıvıltılı, eğlenceli, bol kahkahalı hatta belki büyüleyici ama aynı zaman da o lunaparkın içindeki oyuncaklar gibi hep aynı yerde dönüp duran, hep sıradan, hep tekdüze
 Ben bir balığım ki koskoca okyanusa sığamayan, kendine bir mesken bulamayan. Hiçbir göçe katılmayıp hep başına buyruk dolaşan. O sözü edileni arayan ama üç saniyelik hafızası yüzünden bir türlü bulamayan. Ben umudunu kaybetmeyip, her gün aşık olup unuttuğu ve her gördüğünde tekrar aşık olduğu martıyı arayan bir balığım. Kimsenin dediklerine kulak asmayan, ölüme gözleri kapalı giden.

Bahçedeki o lamba

  Yaz aylarında bizim bahçe lambası, uçan böcekler için vazgeçilmez olmuştur. Gecenin karanlığında o lamba onları nasıl cezbediyorsa sen de bu karanlık günlerimde o kadar gözalıcı ve cezbedicisin ama umarım ki sonum o uçan böcekler gibi olmaz; çünkü hepsi lambanın içinde ölü yatıyor.
 Suya dokunulduğunda büyüyen halkalar gibi büyüyorsun gün geçtikçe gözümde ama n’olur onlar gibi bir anda yokoluverme…