17 Aralık 2012 Pazartesi

Hayal Meyal Gezinti

 Bugün Ankara'yı gezdim karış karış. Soğuğa meydan okuyarak yürüdüm her semtini, her sokağını. Önce Anıtkabir'e gittim, Atamı selamlamaya. Arkasından Tunalı'ya- Kuğulu Park'a. Yıllanmış ağaçlara baktım, yıllanmış hayatlara... Atakule'ye çıktım, seyrettim kuş bakışı bütün şehri. Arkasından saldım kendimi yokuş aşağıya, Kızılay'a. Kalabalıkların arasında boğulurum, ezilirim diye korkmadan, özlemle yürüdüm Atatürk Bulvarı'nda. Oturdum Karanfil Sokak'ta bir banka, arı kovanını andıran kalabalığı inceledim tellendirdiğim sigaranın dumanında. Yürüdüm Konur Sokak'ta eylemcilerle omuz omuza, heyecanla ve gururla. Geçtim oradan çiçek kokulu Sakarya'ya. Birahaneleri selamladım, ayyaşları, gül ve mendil satmaya çalışan o çocukları... Oturdum en kalabalık birahanede içtim iki biramı. Devam ettim yürümeye grinin en yakıştığı şehirde. Yürüdüm durmadan Sıhhiye'ye, Ulus'a, Gençlik Parkı'na, Tren Garı'na, Atatürk Orman Çiftliği'ne...

 Nefesim bir köpeğinki kadar sıklaşana kadar, bıkmadan, usanmadan, özlemle yürüdüm.

 ''Bizim Büyük Çaresizliğimiz'' beni aldı doğduğum, büyüdüğüm, her köşesinde anılarımın olduğu o şehrin sokaklarına nazikçe bıraktı. Çocukluğumu hatırlattı, ilk aşkımı, ilk öpüşmemi, anılarımı... O iki odası salona açılan, küçük mutfaklı, uzunca koridorlu, tahta kapılı evime götürdü, çocukluğuma. Dar sokaklarında bir ton çocuğun bağrıştığı zamanlara, o birbirine sırtını dayamış gibi duran binalarla örülü semtlere, saat beşte paydos etmiş, şehirden daha koyu gri takımlı memur amcalara, soğuktan renkleri solmuş suratsız insanlara, keskin ayaza, koltukları karşılıklı olduğu için nereye bakacağını şaşırdığın metroya, Ankara simidine, her bindiğimde pazarlık ettiğim taksicilere, her çeşit insanına, oyun havası sesleri yükselen arabalara, her gün benim selamımı dişleri olmadığı halde sırıtarak alan ayakkabıcı Mehmet Amca'ya, sokağın köşesinde meyve-sebze satan Aziz'e, belki de Ankara'nın en güzel kokorecini yapan Gürbüz Abi'ye, mis kokulu kokorece, bütün bina toplanıp erişte kestiğimiz günlere, binanın içinde oynadığımız evciliklere, kar yağdığında daha da güzelleşen o şehre, anneme, babama, ablama, aileme götürdü.

 Ve Barış Bıçakcı'yı neden bu kadar sevdiğimi düşündürdü. Neden Behzat Ç.'yi izlerken heyecanlandığımı.  Küçük bir karede Sıhhiye Meydanı'ndaki geyikleri gördüğümde yaşadığım gururu düşündürdü. İçinde Ankara geçen her şeyi...

 Özledim.


O zaman Erkin Koray'dan gelsin : Ankara Rüzgarı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder