Uyandığında ılık sonbahar
gününün güzelliğini görebilecek hâlde değildi. Uzun zamandır bağlı olduğu bu
oksijen tüpünün sesine bir türlü alışamamış, gece boyu sürekli sıçrayarak
uyanmıştı. Bu uyumaya çalışma işkencesine daha fazla dayanamadı ve kalkıp cama
doğru yürüdü. ‘’Sanki güneş son iki yıldır hiç parlamıyor.’’ diye mırıldandı
belli belirsiz. Vücudundaki dayanılmaz acıyla savaşarak zorlukla salona yürüdü.
Adam oradaydı. İki yıldır güneşle anlaşmalı olan, eskiden çok yakından tanıdığı
ama son yıllarda yabancısı olduğu o adam. Onu fark etmemişti. Kendisi bile
yaşadığını hissetmezken kızamazdı ki ona.
Her zamanki gibi bir gün olacağı belliydi günün
başlangıcından. Derin sessizlikler arasında, ölüme yaklaştığı bir gün daha. Her
şey gitgide aynılaşıyordu. Aynı olaylar, aynı suskunluklar, aynı kırgınlıklar… Eskiden
böyle miydi? Günler daha heyecanlı başlar, soluksuz sevişmelerle sona ererdi.
Neden bu hâle gelmişti, neden bu hâle gelmişlerdi? Eskiden onu aşk dolu
sözlerle uyandıran adam suratına bile bakmaz olmuştu. Onu suçlamalı mıydı? Bu
düşünceleri aklından kovmaya çalışır gibi elini iki yana salladı. İki
haftadır okumaya çalıştığı ama bir türlü başaramadığı kitabını aldı ve yatağına
uzandı. Bu deneme de başarısızdı, kafasındaki sesler kitapta anlatılanlardan
daha ağır basıyordu.
Gözü komidinin üzerinde duran küçük aynaya
ilişti. Aynayı eline aldı ve kendine baktı, hiç olmak istemediği kendine.
Önceden de böyle buğulu mu bakıyordu gözleri? Yüzündeki bu renk daha ne kadar
sararacaktı? Bu hortum daha ne kadar acıtacaktı ruhunu? Belki de adam haklıydı.
Kim isterdi ki yavaş bir ölümü görmeyi? Bilse ki kadın ne kadar çok isterdi ilk
öpüştükleri günkü yağmurda boğularak can vermeyi.
Yazım Edebiyat Haber sitesinde yayımlandı mesela:Yaşasın video öykü!
Yazım Edebiyat Haber sitesinde yayımlandı mesela:Yaşasın video öykü!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder